-
GÜN
-
SAAT
-
DAKİKA
-
SANİYE
22 - 23 Temmuz Altın Gün için Hemen Randevu Al!
+90 (552) 921 82 78

Nöralterapi Soyut

·

Nöralterapi, kronik ağrı ve hastalıkların tedavisinde kullanılan bir sistemdir. Bu tedavi,
lokal anestezik maddelerin otonom ganglionlar, periferik sinirler, yara izleri, bezler, tetik
noktalar ve diğer dokulara enjekte edilmesini içerir. Bu yazıda Nöralterapi ‘yi soyut olarak ele alacağız.

sinir hücresi

Nöralterapi soyut? Enjeksiyonunun hastalar üzerindeki dramatik etkilerini açıklayabilecek dört temel teori bulunur.

Fasyal Süreklilik Teorisi

Fasyal Süreklilik Teorisi, osteopatik araştırmalar ve literatürde, vücuttaki farklı kas
gruplarını saran ve birbirine bağlayan fasyaların hepsinin birbirine bağlı olduğunu gösterir. Bu fasyal membranlar, vücudun farklı bölgeleri arasında süreklilik taşır; örneğin, ayak
tabanındaki fasyaların beyin meninkslerine kadar uzandığı bulunmuştur. Bu bağlantılar, fasya üzerinde gerginlik oluşturabilecek şekillerde etkilenebilir, özellikle yapışma veya yara izi gibi durumlarda.

Fasyal sistem boyunca gerilim çizgileri oluşabilmekte ve bu gerilimler fasyanın konfigürasyonunu veya yerini değiştirebilmektedir. Bu sürekli yapılar, bir örtüyü
çektiğinizde gördüğünüz gibi düzgün ve düz bir şekilde yerleştirildiğinde oluşan bir
benzetme ile açıklanabilmektedir. Ancak eğer bu örtüyü birkaç noktadan yukarı
kaldırmaya başlarsanız, bu çekme noktaları arasında kırışıklıklar oluşur ve örtü kenarları
hareket edebilir.

Örneğin, apandisit ameliyatı sonrası oluşan bir yara izi, karın kaslarının fasyasını
etkileyebilmekte ve bu etki, sırt kasları ve sakroiliak eklemlerin bağları ile birlikte karın
kaslarının fasyasının sürekliliği boyunca yayılabilmekte. Bu nedenle, bir yara izinin, belirli
bir fasya üzerinde kanıtlanabilir bir yapışma oluşturmasına gerek olmadan, fasyal sistemi etkileyebileceği anlaşılabilir. Sonuç olarak, bir yara izi sakroiliak eklemin kalıcı bir şekilde
yer değiştirmesine veya yer değiştirme eğilimine yol açabilmekte.

Sinir Sistemi Teorisi

Sinir Sistemi Teorisi, birçok kronik hastalığın otonom sinir sistemindeki değişikliklerle
ilişkilendirildiği ve bu değişikliklerin iletimi etkileyebileceğini öneren bir teoridir. Bu teori, vücuttaki gangliyonlar ve sinir liflerinin membran potansiyellerindeki değişikliklere vurgu yapmaktadır. Ayrıca, bu değişikliklerin komşu ganglionlara yayılabileceği ve hem afferent
(giriş) hem de efferent (çıkış) sinir liflerini etkileyebilir. Bu etkileşimler, sinir sinyallerini kontrol eden omurilik seviyesindeki mekanizmaları etkileyebilmekte ve “kapı mekanizması”
olarak adlandırılan bir kontrol mekanizmasının bozulmasına yol açabilmektedir. Bu, elektriksel kaos yaratabilen bir “kütle etkisi” olarak ifade edilir ve merkezi sinir sistemi,
otonom sinir sistemi ve hormonal sistemde rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Bu değişiklikler, döngüsel bir etki yaratarak periferdeki başlangıç ​​değişikliklerin devamını kolaylaştırabilmektedir.

Nöralterapi, bu döngüyü kırmayı amaçlar. İlk adım, anormal sinyalin kaynağı olan “birincil lezyonu” veya “girişim alanını” bulmaktır. Bu girişim alanı genellikle bir yara izi veya tespit
edilmemiş bir diş apsesi gibi subklinik bir hastalık olabilmektedir. Tedavi, lokal anestezikler kullanılarak bu girişim alanına uygulanır. Lokal anestezikler, sinir hücrelerinin membran potansiyellerini geri yükleyerek çalışırlar. Bu etki, lokal anesteziklerin sinir dokusuna özgü olmasından kaynaklanır. Bu şekilde, sinir hücreleri normal işlevlerine dönebilmekte ve
“toksik atıklar” olarak adlandırılan metabolik atıkları ortadan kaldırmaktadır.

Nöralterapi, bu nedenle lokal anestezik enjeksiyonlarını kullanarak hastaların sağlığını iyileştirmeyi amaçlar. Bu yöntem, girişim alanlarını ve sinir sistemi üzerindeki etkilerini hedefler.

Zemin Sistemi Teorisi

Bu teori, vücut içindeki hücre dışı boşluğun birbiriyle bağlantılı bir alan olduğunu öne sürer.

Hücre dışı boşluk, vücudu oluşturan birçok bileşen arasında yer alır. Bu boşluk,
fibroblastlar, otonom sinir uçları, arteriyel kılcal damarlar, lenfatik ve venöz sistem
başlangıç kılcal damarları, bitişik hücre zarları ve hücre dışı materyal ile doldurulan bir alandır. Bu sistem, belirli kimyasal ve fiziksel özelliklere sahip olan elektrik iletkenliği,
iyonik özellikler ve ozmotik özellikler gibi özelliklere sahiptir. Ayrıca, bu sistem farklı fazlara
sahip olabilmekte ve iyonik değişiklikler gibi faktörlere bağlı olarak özelliklerini değiştirebilmektedir.

Bu teoriye göre, sistemdeki değişiklikler tüm vücutta aniden ve eşzamanlı olarak meydana gelebilmektedir. Bu değişiklikler, fiziksel bir model olarak sıvı kristal matrisini kullanır. Örneğin, elektrik yüküne bağlı olarak mavi veya kırmızı görünen bir sıvı kristal plaka düşünün. Eğer bu matristeki bir sıvı kristalin elektrik yükünü değiştirirseniz, aynı matristeki
diğer sıvı kristaller de aynı anda rengini değiştirecektir. Hücre dışı boşluğun proteoglikanları ve glikoproteinleri, sıvı kristalin davranışına benzer şekilde tepki verebilmekte.

Bu teoriye göre, uygun bir manipülasyonla (örneğin, Nöralterapi ile) sistemin belirli bir
aşamasında hastalığa veya kronik ağrıya neden olan bir değişiklik geri döndürülebilmektedir. Örneğin, bir diş çekimi ile kronik göğüs ağrısı gibi problemler sistemin “faz değişikliği” ile iyileştirilebilmektedir.

Lenfatik Sistem Teorisi

Lenfatik Sistem Teorisi, 1970’lerin başlarında yapılan deneylerle ortaya çıkmış bir teoridir. Bu deneyler, lokal anestezik maddelerin lenf nodlarına veya lenfatik kanallara enjekte
edilmesinin, lenfatik kanalın genişlemesine ve lenf sıvısının vücut boyunca daha hızlı taşınmasına neden olabileceğini göstermiştir. Ayrıca, lenfatik sistemin belirli bölgelerinde
kronik spazmın olabileceği ve bu spazmın lenfatik kanalların normal taşıma işlevini engelleyebileceği gösterilmiştir. Bu durum uzun süreler boyunca devam edebilmektedir. Etkilenen lenf noduna lokal anestezik enjekte edildikten sonra, lenfatik sistem genellikle
anında normal aktivitesine geri dönebilmekte.

Özellikle bademcik dokusuna yapılan lokal anestezik enjeksiyonlar, kronik migren baş ağrılarının hafifletilmesine katkıda bulunabilmektedir. Bu sonuçlar genellikle kalıcıdır. Teoriye göre, migrenden sorumlu olan bir tıkanıklığın lenfatik sistemin ilgili bölgesinde
bulunabileceği düşünülmektedir, bu tıkanıklık beyinde veya beyin zarlarında belirli toksinlerin birikmesine yol açabilmektedir. Lokal anestezik enjeksiyonlarla lenfatik drenajın
normalleştirilmesi, beyindeki toksinlerin uzaklaştırılmasına yardımcı olur ve baş ağrısının kaybolmasına neden olur.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

BLOG YAZILARI

Önerilen konular

popüler etiketler

Henüz burada görüntülenecek bir içerik yok.